İTTİFAK YASAĞI VE BARAJ KALDIRMALI, ÖRTÜLÜ ÖDENEK TAYYİP ERDOĞAN’DAN KURTARILMALI

SÜLEYMAN YAĞIZ-İSLAHİYE

Hatırlayanlar bilir, 7 Haziran 2015 Seçimleri’nden 42 gün önce (27 Nisan 2015 günü), “Koalisyon uygarlıktır” başlıklı bir yazı kaleme almıştım.

Bu sözümü bugün de tekrarlıyorum: Evet, koalisyon uygarlıktır.

Sadece “koalisyon” mu? Değil, tabii… “Azınlık hükümeti” de uygar bir oluşumdur.

Zaten o yazımda da, “Koalisyonların yanı sıra, azınlık hükümetleri de demokrasilerde çok önemli bir çözüm yoludur. Bu da siyasal tıkanıklıkları açmak ve aşmak, dolayısıyla toplumsal uzlaşıya katkıda bulunmak açısından son derecede medenî bir uygulamadır” demiştim.

Seçimlerin sonuçları, herkesin bildiği gibi, şu seçenekleri ortaya koydu:

-Koalisyon hükümeti (ki, çeşitleri var)…

-Azınlık hükümeti (ki, bunun da çeşitleri var)…

-Ve seçimlerin yenilenmesi…

Ben şahsen, bir koalisyon hükümeti kurulmalıdır, derim.

O olamıyorsa, azınlık hükümeti formülleri devreye sokulmalıdır.

Seçimlerin yenilenmesi seçeneği ise koalisyon ve azınlık hükümeti formülleri hiçbir koşulda gerçekleştirilemiyorsa düşünülmelidir.

Yâni, vaktinden önce bir seçim, birincil seçenek olmamalıdır.

Şu anda konuşulan bazı koalisyon seçenekleri var. Ancak olası koalisyon ya da azınlık hükümeti için adları geçen bazı partilerin bu seçeneklere itirazları da var.

Çünkü herkes önünü görmek istiyor…

O nedenle ben, şu aşamada, itirazcı görünen partiler hakkında olumsuz ifadeler kullanmak istemiyorum. Çünkü, şu anda hiç olmazmış gibi görünen bazı seçenekler, son anda, son çare olarak uygulanma aşamasına gelebilir.

O nedenle, ilgili partilerin sözcülerinin birbirlerine karşı kırıcı olmamaya özen göstermeleri gerektiğini düşünüyorum.

 

ÖNCELİKLİ OLARAK NELER YAPILMALIDIR?

Peki, önümüzdeki yeni dönemde öncelikli olarak neler yapılmalıdır?

Bana göre, partilerin ittifak yasağı ve yüzde 10 seçim barajı mutlaka kaldırılmalı; özel darphane gibi kullanılan örtülü ödenek Recep Tayyip Erdoğan’dan kurtarılmalıdır.

Ve yeni dönemde kurulacak ilk hükümet de; Yavuz Sultan Selim adı konulan Üçüncü Boğaz Köprüsü’nü bu addan kurtararak, “toplumsal uzlaşı”yı çağrıştıracak ve Alevi-Sünni kardeşliğini içerecek bir isme kavuşturmalıdır.

(Zaten, bu aşamadan sonra hiç kimse, Alevi kâtili Yavuz Sultan Selim adında ısrar edemez.)

Böylece memleket, keyfilikten, birkaç kişinin sultasından, zulmünden ve kamplaşmayı körükleyen girişim ve tasarruflardan kurtarılmalıdır.

Partilerin ittifak yasağı ve yüzde 10 seçim barajı; “yönetimde istikrar” bahanesiyle konulmuştu ama, aslında, derin yapıların sakıncalı gördüğü bazı partilerin Meclis’e girmelerini önlemeyi amaçlıyordu.

Bu yasak ve yüksek baraj yüzünden Meclis’imizde, dolayısıyla ülkemiz yönetiminde yıllarca adaletli bir temsil olanağı sağlanamadı. Bu da çoğunlukla hiç hak etmeyenlerin işine yaradı.

Buna karşın, yurttaşlarımız, bu yasakları, demokratik duruş ve direnişiyle, nihayetinde bu seçimde büyük ölçüde etkisizleştirdi.

Dolayısıyla barajın da ittifak yasağının da -getirenlerin amaçları açısından düşünülse bile- hiçbir anlamı kalmadı.

O zaman yeni dönemde ilk işlerden biri olarak buna el atılmalı, yâni yüzde 10 barajı kaldırmalı, -bazılarının belirttiği gibi 3’e, 5’e çekmek yerine-bütünüyle sıfırlanmalı; partilerin seçimlerde adlarını yan yana yazarak ittifak yapabilmelerinin önü açılmalı; sonuçta, herkesin kendisi kadar, âdil bir dağılımla Meclis’in çatısı altında temsil edilmesi sağlanmalıdır.

Kaba bir ifadeyle OY HIRSIZLIĞI’na son verilmelidir.

 

AKP, BU KEZ ÜSTÜNE YATAMADI

Kabaca söyledim ama… Ne yazık ki, yüzde 10 barajı OY HIRSIZLIĞI’dır, başka bir ifadeyle MİLLΠ İRADE GASBI’dır.

Düşünebiliyor musunuz, HDP, 7 Haziran Seçimleri’nde yüzde 13.1 değil de yüzde 9.99 alsaydı, kazandığı 80 milletvekilinden en az 70-75’i AKP’ye geçecekti.

AKP de “Yüzde 10 barajını ben getirmedim ki” pişkinliğiyle düpedüz haram ve anti-demokratik olan 70-75 milletvekilliğinin üstüne yatacaktı.

Evet, yatacaktı… Vaktiyle de yattığı için bundan hiç mi hiç rahatsız olmayacaktı…

Ama şükür ki, bu kez yatamadı; Tayyip Erdoğan’ın dilinden düşürmediği millî irade buna izin vermedi!

Dahasını söyleyeyim: Yüzde 10 barajı olmasaydı, AKP, ilk iktidar olduğu 2002 Seçimleri’nde sağladığı o çok büyük orandaki haksız ve haram gücü de aslında elde edememiş olacaktı.

Ve Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan’lı bir yönetimin zulmünü bunca yıl yaşamak zorunda kalmayacaktı.

(Sebep olanlar utansın!)

 

MEMLEKETİ “HOT-ZOT”LUKTAN KURTARIR

Millî iradenin, temsilde adaletin önündeki en ciddi engellerden biri de partilerin ittifak yasağıdır. Bu yasağın kaldırılması da siyasetimize yeni bir çehre kazandıracaktır.

O zaman göreceğiz ki, sadece seçimlerden sonra değil, seçimlerden önce de uzlaşma girişimlerini ve koalisyon seçeneklerini görebileceğiz.

Koalisyon deyince bazılarının müthiş rahatsız oluyor…

Bunların büyük bir kesimi, istikrar bahanesiyle nemalanma peşinde koşanlardır.

Oysa koalisyonlar, Türkiye gibi ülkeler için en âdil, en sağlıklı yönetim biçimleridir.

Çünkü “koalisyon” demek, “uzlaşı” demektir.

Memleketi “hot zot”luklardan, sahte kabadayılıklardan, sahte kahramanlardan korur, kurtarır.

İşte o zaman, bazılarının örtülü ödenek kasalarını babalarınım özel darphaneleri gibi kullanmalarının da önüne bütünüyle geçilir.

Zaten koalisyonlarda örtülü ödenek kasalarını kimse keyfi olarak kullanamaz.

Koalisyon mantığı ve inancı ilkeselleştirilirse örtülü ödeneklerin düzgün kullanımları da gelenek hâline gelir.

 

ÖRTÜLÜ ÖDENEĞİ O KADAR ÇOK SEVDİ Kİ…

Ama Recep Tayyip Erdoğan’ı tek parti iktidarı dönemlerinde gördük; bugüne dek hiç kimsenin kullanmadığı miktarlarda örtülü ödenekten harcama yaptı.

Dahası, örtülü ödeneği o kadar çok sevdi ki, Başbakanlığı dönemindeki harcamaları yetmedi, Cumhurbaşkanı seçilince özel bir yasa çıkarttırarak bu imkâna yeniden kavuştu.

Bir koalisyon hükümeti olsaydı, Cumhurbaşkanı, kendisi için özel örtülü ödenek yasası çıkarttırabilir midi? Ne mümkün!..

Böyle bir talepte bulunamazdı… Aklına bile getiremezdi…

Onun içindir ki, yeni dönemde örtülü ödenek, evvelemirde Recep Tayyip Erdoğan’ın tasarrufundan bütünüyle kurtarılmalıdır.

O kadarıyla yetinilmemeli; –çok fazla gecikmeden-, Başbakan’ın ve valiler gibi bazı yöneticilerin örtülü ödenek harcamalarına da kontrol getirilmelidir.

Harcamalar, hesap verilebilir/sorulabilir olmalıdır.

Harcamalarının yasa dışı faaliyetler için kullanılması kesinlikle önlenmelidir.

Tabii, bu konudaki düzenleme, Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığını içeren Anayasa maddesi gibi yaptırımsız olmamalı; kullanım koşulları açık açık yazılmalıdır.

Zira, açık açık yazılmayınca bundan kendi keyfi ve çıkarı için yararlananlar ne yazık ki olabiliyor.

Devleti yönetenlere güvenmek esas olmalı ama, ne yazık ki, artık, güveni sarsan kimselerin görev yaptığı bir süreci yaşıyoruz.

Bozulmayan bir şey kalmadı!

 

BU KADAR ZULÜM ARTIK YETER

İlk aşamada yapılması gereken daha başka şeyler de kuşkusuz ki, var.

Zaten, hem partilerin hem de yeni seçilen milletvekillerinin seçim sürecinde oluşturdukları kendi öncelikleri de var.

Yolsuzluk dosyalarının yeniden açılması gibi…

Yeni dönemde bu ve diğer öncelikler de devreye sokularak halkımızın beklentileri karşılanmalıdır.

Sözün özü şu: Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan’ın her şeye karıştığı bir ülke olmaktan çıkarılmalıdır.

Bu kadar zulüm, artık yeter!

Türkiye; herkesin yerini ve hakkını bildiği, karşıt kesimlerin bile birbirlerine saygı duyabildiği, kimsenin “öteki” görülmediği, tüm komşularıyla barış içinde yaşayabildiği, gerçek demokratik bir ülke olmalıdır.

Bu seçimler, böyle bir dönemecin başlangıcı olabilir.

Bunun kıymeti iyi bilinmelidir!

Siz bakmayın, Tayyip Bey’in seçimlerden sonra yelkenleri indirmiş gibi yaptığına…

Bu kendince yeni bir plânın ilk aşamasıdır.

İlk fırsatta yine, “Eyyyy…….” diye başlayan, “ayrıştırıcı” ve “kamplaştırıcı” tehditkâr seslenişlerine başlayabilir.

Buna, imkân tanınmamalıdır!

 

Add a Comment