HANİ; “NE MAKAM, NE RÜTBE, NE PUL, NE DEVLET”Tİ?..

news-b0d477eb0f5ff6d4200c

Yıl, 1968… Kasım ayının 5, 6 ve 7’nci günleri… Tam 47 yıl önce

Ben o zaman henüz 18 yaşındayım…

Belli günlerde belli başlı büyük camilerde safları sokaklara kadar dolup taşan geniş katılımlı sabah namazları kılınıyor…
Ve elimde bir gazete… İslâmcılar’ın en önde gelen en önemli isimlerinden Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı Bugün Gazetesi

Üstad Necip Fazıl Kısakürek, gazetenin birinci sayfasının sol altındaki, “Çerçeve” adlı “başyazı” köşesinde, bu sabah namazlarıyla ilgili olarak,  “Varan 1”, “Varan 2” ve “Varan 3” diye peş peşe dörtlükler yayımlıyor…

Şöyle diyordu, Üstad, örneğin, 7 Kasım 1968’de yayımladığı “Varan 3”ünde:

“Mihraptan ilahi kelâm geliyor!
Yere, dipsiz gökten selâm geliyor!
Ne makam, ne rütbe, ne pul, ne devlet;
Savulun, kalplere İslâm geliyor!”

 

HER TARAF İSRAF

Yıl, 2015… İslâm değil ama, İslâmcılar işbaşında…
Her taraf makam, her taraf rütbe, her taraf pul…
Tıklım tıklım dolu kasalar… Kutu kutu paralar…
Yatak odalarında bile para sayma makinaları…

Trilyonluk harçlıklar…
Katrilyonların trilyonların birbirine karıştığı örtülü-örtüsüz harcamalar…
Ankara’da, İstanbul’da katrilyonluk, trilyonluk makam sarayları…
Çerez niyetine katrilyonluk, trilyonluk makam uçakları, zırhlı Mercedes’ler…

Pardon MER-ÇEREZ’ler…

Her taraf israf…

Zaten kendileri (örneğin, Bülent Arınç) söylüyor, “İsrafın önünü alabilseydik, vergi toplamamıza gerek kalmazdı” diye…

Yine kendileri (örneğin, Burhan Kuzu) söylüyor, “Yav bu devlette öyle israflar var ki, öylesine masraflar var ki, anam anam, anam anam, anam anaaaam” diye…
Nasıl olsa, “devletin malı deniz”…

Bu muzır lafın gereği neyse sonuna kadar yapılıyor!
Önce mücahitler müteahhit oldu…

Sonra, her tarafı, kat kat beton yığını sardı…
Adım başı dolar milyoneri, hatta milyarderi…
Helâl harama, haram helâle karışmış…

Kul hakkı mı? O da neyin, nesi?
Ordu”su hariç, neredeyse bütün rütbeler ve hatta bütün camiler, cümle cübbeler cabası; onlar da onların…

Özetle, adeta, her kurumuyla ele geçirilen koca bir devlet!..
Buna rağmen mağduriyet!

Buna rağmen doymamışlık!..

 

DİNDAR VE KİNDAR BİR GENÇLİK
Üstad’la birebir örtüşen noktaları da var:
Dindar ve kindar bir gençlik”!
Öyle ya, gençlere, “Kinini unutma” diye çağrıda bulunan da Üstad Necip Fazıl’dı…
Ondan ilham alarak, “kindar ve dindar bir gençlik” isteyen de bu ülkenin en zirvesindeki kişisi, Tayyip Erdoğan
Ama Üstad, hiç olmazsa, “Ne makam, ne rütbe, ne pul, ne devlet” de diyebiliyordu…
Zirvedeki kişi ise, makam da makam diye bastırıyor…
Olacak, o kadar…
Çünkü Üstad, her şeye rağmen “şair”di…

(“Üstad” konusuna da bir açıklık getireyim: “Üstad”, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre, “bilim ve sanat alanında üstün bilgisi ve yeteneği olan kimse”ye deniliyor.

Necip Fazıl Kısakürek de “usta şair”liğinin yanı sıra kendi fikir eksenindeki “ideolojik İslâm” siyasetinin de bilge kişisi olarak kabul edildiği için “Üstad” olarak anılıyor.

O kadar ki, “Üstad”, Necip Fazıl Kısakürek’in “unvan”ının yanı sıra “birincil önadı” olarak da kullanılıyor.

Ben de -siyaseten tam karşılarında yer almama karşın- hem bir yazar, hem de karşıt görüşlere demokratik saygımın bir gereği olarak, Necip Fazıl için “Üstad” ifadesini kullandım.)

 

“OYUN, HİLE, TAKTİK ONLARIN OLSUN!”
Aynı Üstad, yine 1968 yılı Kasım ayının bu kez 5‘inci gününde yayımladığı “Varan 1”inde de, “Oyun, hile, taktik onların olsun!/ Namazın gerçeği bin saflı namaz…” diyordu…
Ama İslâmcılar’ın maşallahları var:
Her türlü oyunu, hileyi, taktiği biliyorlar! Üstlerine yok!
Ne ki, hepsi o kadar… Orada takılıp kaldılar…
Sevgi yok, hoşgörü yok! Saygı ise, hiç yok…

Ne kadar namaz var, onu bilemiyoruz…

(Devr-i iktidarlarında namaz kılan İslâmcılar’ın sayısının azaldığı bile iddia ediliyor…

Neyse… O ayrı bir konu…)

Kendileri bir yana… “Ötekiler” bir yana…
Zaten, kendilerinden başka herkesi “öteki” görüyorlar…

Onlardan bir tebessümü bile esirgiyorlar…

Yeni bir “ötekileştirme” geliştirdiler…
Çünkü önderleri Tayyip Bey, cumhurbaşkanı bile oldu ama, hâlâ, “BİİİİZ” diyor…
Ötekiler”in yanı sıra, yasaları da Anayasa’yı da teamülleri de takmıyor…

Namusum ve şerefim üzerine tarafsız olacağım” demesine karşın yeminini tutmuyor…

Dahası, eski partisi AKP için –toplu açılışlar bahanesiyle- peş peşe mitingler yapması üzerine haklı olarak Yüksek Seçim Kurulu’na itiraz eden muhalefet partilerinin yetkililerine, “Nereye giderseniz gidin, beni meydanlardan alamazsınız, beni susturamazsınız” diyerek, adeta demokrasiye rest çekiyor…

Rejimi bekleme odasına aldığını, “çok açık ve net olarak” söylüyor…
En ufak eleştiriye bile tahammül etmiyor, edemiyor…
Yandaşları da edemiyor…

Tahammül sıfır!

ÇOCUKLARA OYUNCAK SİLAH HEDİYE EDİLMESİN
Ben de saf saf, soruyorum:
-Hani; “Ne makam, ne rütbe, ne pul, ne devlet”ti?, diye…
Vallahi, çok safım!
Dalga geçmiyorum; gerçekten çok safım!
İki dönem milletvekilliği yaptım…
İki dönem de en üst düzey parti yöneticiliği yaptım…
Dolayısıyla dönemsel dokunulmazlığım ve imtiyazım oldu…
Buna karşın, Tayyip Erdoğan’ın Yiğit’i gibi, değil iki silahım, bir tek çakaralmazım bile olmadı…
Değil yüzlerce mermim, bir tek kurşunum da olmadı…
İstedim de vermediler mi?
Hayır, hayır; istemedim!..
Oysa, Meclis’e girdiğim ilk gün, imtiyazlı silah alma hakkımın olduğunu söylediler…
Ama safım ya, o nedenle istemedim…

Silahın, bırakın gerçeğine, oyuncağına bile karşı çıktım…

Üstelik de milletvekili olarak ilk demecim, “Çocuklara oyuncak silah hediye edilmesin” oldu…

 

YİYE YİYE DOYMADILAR…”
İşte bizler, bizcileyin böyle saf olunca, tüm silahlar ve mermiler onların oldu!!!

Ne makam, ne rütbe, ne pul, ne devlet!”miş!..

Yok yaaa!.. Hadi canım sende!..

O sadece Üstad’ın hayallerinde… Yâni, masallarda…

Baksanıza, -Hakan Şükür söylüyor- İstanbul’da geçmiş dönemde otobüse Akbil’le binen 28 Şubat mağduru bazı kimseler” bile, şimdi, “benzin istasyonları ve büyük işletmelerin sahibi olmuş”lar!..

(Hakan Şükür’ün sözleri de ilginçtir ki, 47 yıl sonra günümüzün Bugün Gazetesi’nin 31 Mayıs 2015 günlü sayısında yer alıyor.)

Ona da Meclis’e girdiğinde, “Akarken doldur” demişler…

O doldurmamış ama, dolduranlara gönderme yapıyor!..

Zaten, “akarken doldurma” işini, mahallenin çocuklarına kadar duymayan kalmadı!

Yâni, eski ifadeyle sağır sultan bile duydu!

Onun içindir ki, Kılıçdaroğlu, boşuna sormuyor:

Yiye yiye doymadılar! Bu kadar parayı ne yapacaklar, anlayamıyorum?(S Haber TV, 31 Mayıs 2015, Saat 22.20)

Vallahi, ben de anlayamıyorum!

Safım, dedim ya!

 

Add a Comment